Yücel Üzeyir Arıcılık Serüveni ve Altın Damlalar

                                                                                                       Yücel Üzeyir ve Altın Damlalar: Doğanın Gizli Mirası

Yıllar önce, Kars’ın Çamık dağlarının gölgesinde, sert rüzgarların uğultusu ve soğuk yaz gecelerinin ortasında dedem ve nenem, taş evlerinde her gece yankılanan garip bir uğultuya kulak vermeye başladılar. Başlangıçta bu sesleri, çatı arasında esen rüzgarların bir oyunu sanmışlardı, ama zamanla fark ettiler ki bu ses, doğanın evlerine fısıldadığı gizemli bir sırrın yankısıydı. Bu uğultu geceleri evin içinde dalgalanıyor, sanki görünmeyen bir varlık evin damarlarında dolanıyordu.

Bir gece, yine bu esrarengiz uğultuların ortasında nenem uyanarak, odanın ortasında serili halının üzerine damlayan bir sıvıyı fark etti. Parmaklarıyla bu sıvıyı yokladı, tatlı ve yapışkan bir hisle karşılaştı. Elindeki bu sıvı baldı. Dedem ve nenem o an bunun sıradan bir olay olmadığını anladılar. Gece boyunca bu gizemi çözmek için sabırsızlandılar, sabahın ilk ışıklarıyla dedem hemen çatıya çıktı.

Dedem, tahta bir merdiveni evin çatısına yasladığında, yukarıda kendisini bekleyen şeyin hayatını sonsuza dek değiştireceğini bilmiyordu. Çatı katına çıktığında gözlerine inanamadı. Evin çatısı, devasa bir arı kovanına dönüşmüştü. Yüzlerce, belki binlerce Kafkas arısı, bu eski taş evin tavanına yuva yapmıştı. Duvarların ve tahtaların arasına doluşmuş arılar, o güne dek görülmemiş bir karakovan kurmuşlardı. Tavan o kadar bal doluydu ki, bal damlaları aşağıya sızmaya başlamıştı. Doğa, adeta evin içine bir altın hazine bırakmıştı.

O gün dedem, yanına bir arıcı dostunu çağırdı. İkisi birlikte çatının içine gizlenmiş bu devasa kovandan kova kova bal çıkardılar. Yıllardır böyle bir bereketle karşılaşmamışlardı. O gün tam dört kova bal topladılar, arıları ise özenle bir sepete koyarak yeni yuvalarına taşıdılar. Bu, sıradan bir bal hasadı değil, doğanın bir mucizesi gibiydi. Kafkas arıları, uzun dilleriyle Kars’ın endemik çiçeklerinden topladıkları nektarı bu eve taşımış, evi adeta altın damlalarıyla süslemişlerdi.

Dedem o günün ardından arıcılığa başladı. Ama bu, sadece bir iş değil, doğanın ona bahşettiği bir emanet gibiydi. Arılarla kurduğu bağ, arıcılığı bir sanat ve kutsal bir sorumluluk haline getirdi. Dedemin her sabah kovanlarının başına geçişi, sanki doğayla kurduğu derin bir bağın ifadesiydi. Arılar ona güvenmiş, ona bereketlerini sunmuştu. Her bal damlası, doğanın dedeme olan sevgisinin bir sembolüydü.

Bu kutsal meslek, babama geçtiğinde, arılar bu kez onunla aynı bağı kurdular. Babam da dedemin arılara gösterdiği saygıyı, sevgiyle devraldı. Kafkas arıları, onunla da aynı dostluğu sürdürdü. Babam, dedemden öğrendiklerini modern tekniklerle birleştirerek arıcılığı büyüttü. Her sabah, arıların uğultusu arasında çalışırken, doğanın bu cömertliği ona da bol bol bal verdi. Dedemin kurduğu bu dostluk, babamın da hayatını bereketlendirdi.

Ve şimdi sıra bana geldi. Üç kuşaktır süregelen bu gizemli ve kutsal miras, artık benim ellerimde. Dedemden babama, babamdan bana geçen bu bağ, yalnızca bal üretimi değil, doğayla iç içe yaşamanın, onun sunduğu mucizelere saygı duymanın bir sembolü oldu. Arılar beni de sevdiler. Onlarla kurduğum bağ sayesinde her hasatta, kovanlarım altın damlalarla doldu. Dedemden miras kalan bu serüveni, modern üretim teknikleriyle birleştirerek Kars’ın eşsiz çiçeklerinden topladığımız altın  balı,  sofralara taşıyoruz.

Ancak bu hikaye burada bitmedi. Arılarla aramdaki bağ öylesine güçlü ki, zamanla bu ilişkiden ilham alarak sadece bal üretmekle kalmadım, arılarla olan bağımı sanata da dönüştürdüm. Arılar, doğanın gizemli elçileri olarak hayatımın her alanına nüfuz etti. Arılarla ilgili heykeller yapmaya başladım, resimler çizdim. Onlar, yalnızca üretimim değil, ilham kaynağım haline geldi. Sanatımda arıların sadeliği ve işbirliğine olan hayranlığımı yansıttım. Bu eserler, zamanla sosyal medyada ve haberlerde de yer buldu. İnsanlar, arılarla olan bu mistik bağımı ve onların hikayesini öğrenmek için daha fazla ilgi göstermeye başladı. Arılarla olan dostluğum, adeta bir sembol haline geldi. Halk arasında bana “arılarla fısıldayan adam” demeye başladılar.

Bugün, ÇAMİK adıyla tescillenen markamız, dedemin çatıdan kova kova bal çıkardığı o ilk günkü heyecanla yoluna devam ediyor. O gün sadece bir hikayenin başlangıcıydı; şimdi ise bu altın damlalar, organik sertifikamızla dünya çapında sofralara ulaşıyor. Her damla bal, hala o çatıdan damlayan ilk bal damlası kadar kıymetli ve anlamlı.

Bu hikaye, sadece bir iş değil, doğayla kurduğumuz dostluğun, arıların sessiz emeğinin ve üç kuşak boyunca süregelen bir ailenin mirasının hikayesidir. Arılar, eğer sizi severse, sizi bereketle taçlandırır. Ve bu, bizim hayatımızın özüdür. O çatıdan damlayan ilk bal damlası, bugün de bizimle; her sofraya ulaştırdığımız balda dedemin, babamın ve benim hikayemiz damla damla yaşıyor.                           Yücel Üzeyir